Kitap Kulübü’nden Notlar: Bir Kadının Penceresinden
Kitap Kulübü’nün sekizinci toplantısında şairliğiyle Türk edebiyatında önemli bir yere sahip olan Oktay Rifat’ın ilk ve başarılı romanı Bir Kadının Penceresinden hakkında konuştuk. Bir şair elinden çıkma olduğunu her an hissettiren üslubu ve ilk romana göre başarılı yapısıyla 1970’ler Türkiye’sine ışık tutan bu romanı, erkek yazar elinden çıkmasına rağmen bir kadın karakterin dünyasından okumak da eserin bir başka başarısı… Bu yazıda ocak ayı toplantılarımızda konuştuklarımızın özet bir değerlendirmesini bulacaksınız…
Oktay Rifat’ın Dünyası
Oktay Rifat, 1914 yılında doğdu. Şair ve dilbilimci Samih Rifat ile Hasan Enver Paşa’nın kızı Münevver Hanım’ın çocukları olan Rifat, sanatçılarla dolu bir ailede yetişti. Besteci büyükdedesi Macar Hurşid Bey’ken, amcası Ali Rifat Bey udi ve besteci, annesinin teyzesinin oğlu Ali Fuat Bey Cumhuriyet döneminin önemli bir siyaset adamıydı. Ressam Celile Hanım teyzesi ve Nâzım Hikmet de kuzeniydi. Bu unutulmaz figürlerle dolu aileden gelmesinin yanı sıra, Oktay Rifat’ın okul arkadaşları ve hocaları da değerli isimlerdi. Ankara Erkek Lisesi’nde okuyan Rifat, burada Ahmet Hamdi Tanpınar’ın öğrencisiydi. Melih Cevdet ve Orhan Veli’yle de okul sıralarında tanışan yazar, ilk şiir denemelerine bu yıllarda başladı ve sonradan Garip akımına öncülük edeceği şair dostlarıyla edebi girişimlere başladı. Ankara Üniversitesi’nde Hukuk öğrenimi gördü, 1937 yılında devlet sınavını kazanarak Paris’e Siyasal Bilgiler eğitimi için gönderildi ancak İkinci Dünya Savaşı koşullarında eğitimini tamamlayamadan üç sene sonunda ülkesine geri döndü. Yaşamının sonuna kadar yazmayı sürdüren Rifat, 1988 yılında vefat etti.
Oktay Rifat, Orhan Veli ve Melih Cevdet ile birlikte şiirimizde yeni bir çığır açan Garip akımına öncülük etti. Günlük konuşma dilini şiire taşımaları ve şairaneliğe karşı çıkmalarıyla tanınan bu üçlü, Türk şiirini süslü anlatımdan ve geleneksel kalıplardan uzaklaştırarak modern şiirin kapısını aralamayı hedeflediler. Kısa ömürlü olan Garip akımının ardından şiir tarzında İkinci Yeni anlayışını benimseyen Rifat, şairliğin yanı sıra oyun yazarlığı ve romanlarıyla da tanınır. Oktay Rifat, 1975 yılında yayımladığı Bir Kadının Penceresinden ile düzyazıda da ne denli güçlü bir kaleme sahip olduğunu kanıtlamış, bu romanını Danaburnu (1980) ve Bay Lear (1982) romanları takip etmiştir.
Bir Kadının Penceresinden Yansıyanlar
1975 yılında yayımlanan Bir Kadının Penceresinden, Oktay Rifat’ın toplamda üç adet romanının ilkidir. Döneminin toplumsal olaylarına tuttuğu ışık, getirdiği eleştiriler ve toplumsal cinsiyetle ilgili yoruma açık yanlarıyla Bir Kadının Penceresinden dönem Türkiye’sinin de bugününü de aydınlatıcı eserlerinden biri. Özetleyecek olursak; 1975 Türkiye’sinin İstanbul’unda geçen roman, evli ve üç çocuk annesi, mutsuz bir yaşamı ve evliliği olan Filiz’in gözünden anlatılır. Kocası Bedri’yle on iki yıllık evli olan ve üç çocuk annesi olan Filiz, devrimci bir gazeteci olan eşi Bedri’nin aksine eğitim seviyesi düşük ve yaşamının çoğunluğunu evde geçiren bir kadındır. Yaşadığı ülkeden de karısından da sürekli şikâyet eden Bedri’nin onu devamlı aşağılamasına ve neredeyse başka adamlara itmesine ses çıkaramayan Filiz’in kişiliği kocası tarafından sürekli ötelenir. Filiz kocasının entelektüel birikimi karşısında kendini değersiz hisseder ve çok küçük yaşta evlenmesinin de etkisiyle kendi benliğini de kadınlığını da hiçbir zaman keşfedememiştir. Bir gün kocasının eve misafirliğe getirdiği arkadaşı Selim’le tanışır ve yasak bir aşk yaşamaya başlarlar.
Roman, toplumun beklentileri içinde sıkışmış, bireysel özgürlüğünü kazanmak isteyen bir kadının içsel yolculuğunu toplumsal kaos ortamıyla birlikte anlatır. Adından da anlaşılacağı üzere Bir Kadının Penceresinden bir bakış açısını, içsel bir sorgulamayı simgeler. Bu pencere, fiziksel bir nesne olmanın ötesinde, bir kadın karakterin dünyayı ve kendini algılayış biçiminin metaforu haline gelir roman ilerledikçe.
Filiz, toplumsal normlar arasında sıkışıp kalmış bir kadındır. Neyin doğru neyin yanlış olduğunun kararını bir birey olarak verme gücüne sahip değildir. Onun için tek otorite eşi Bedri haline gelmiştir. Filiz’in dünyaya baktığı pencere, yalnızca dış dünyayı izlemekle kalmaz, aynı zamanda iç dünyasını yansıtan bir ayna görevi de görür. Filiz’in anlamlandıramadığı fakat gözlemlediği birçok şey Oktay Rifat’ın kendine özgü incelikli anlatımıyla ve muhteşem gözlem gücüyle başarıyla işlenir.
Romanın Derinlikleri
Oktay Rifat, Bir Kadının Penceresinden ile 1970’ler Türkiye’sinin az gelişmiş toplumunu bir kadının sınırlandırılmış dünyasından anlatmayı seçmiştir. Romanın yayımlanma tarihi 1976, roman ise 1975 yılında geçer. Erkek bir yazar olarak kadınlık sorunlarını 70’ler Türkiye’sinin toplumsal koşulları paralelinde anlatır Rifat. Bu dönemin toplumsal koşullarına baktığımızda, 12 Mart 1971 Muhtırası sonrası, 12 Eylül 1980 öncesi bir dönemde toplumdaki kaos ortamının ve siyasi karışıklığın hâkim sürdüğü, toplumun ekonomik olarak sıkıntılar yaşadığı bir dönem olduğunu hatırlatmak gerek.
12 Mart Romanının Etkileri
Romanı tam olarak 12 Mart romanlarına dahil edemesek de tematik benzerliği nedeniyle 12 Mart Romanı’na da göz atalım. Özellikle 1950-1980 arasında yaşanan toplumsal ve kentsel değişim süreci kuşkusuz edebiyata da yansıdı. 12 Mart 1971 dönemi ve sonrası gelişen siyasi karışıklık ortamı da edebi eserlerde yerini aldı. Özellikle solcu yazarların işkence ve gözaltı süreçlerini işledikleri romanlar edebiyat tarihimizde 12 Mart Romanı olarak adlandırılır. Politik yönü çok ağır basan bu romanları ortak kılan bu dönemin koşullarını çarpıcı bir gerçeklikle okura sunması ve politik mesajlar içermesidir. Erdal Öz’ün Yaralısın’ı, Sevgi Soysal’ın Şafak’ı, Füruzan’ın 47’liler’i, Vedat Türkali’nin Bir Gün Tek Başına’sı, Adalet Ağaoğlu’nun Ölmeye Yatmak’ı bu dönemin başlıca romanlarındandır. Tamamıyla bir işkence ve gözaltı sürecine odaklanmayışı ve sadece politik atmosferi odağına almayışı nedeniyle Bir Kadının Penceresinden bu romanlara dahil edilmese de işlediği toplumsal ortam nedeniyle 12 Mart Romanı’nı anmayı uygun gördük. Romanın derinliklerine dalabiliriz.
Kadının Adı ve Toplumsal Roller
Oktay Rifat, Bir Kadının Penceresinden ile kadın kimliğini ve toplumsal rollerin bireyin iç dünyasında yarattığı çatışmaları tartışır. Eserin dili, Filiz’in dilinin adeta aynası görevini görür. Filiz özelinde, azgelişmiş bir toplumda kadın olmanın sorunlarına odaklanılır. Kadına toplum tarafından dayatılan kadınlık rolleri bir kadın duyarlılığı ile dile getirilir. Filiz’in bir ev kadını olarak sosyalleşebildiği yegâne ortamlar ev oturmaları ve alışveriş için uğradığı dükkânlardır. Toplumun her kesiminde farkında olamasa da sürekli gölgesini hissettiği bir sembolik şiddete maruz kalır. Bu ortamlarda bindiği dolmuşta o yokmuşçasına rahat oturan, alışverişlerde hakkını yiyen insanlara karşı hep susan ve kabullenen bir taraftır. Filiz, geleneksel toplum yapısının kendisine biçtiği rolleri kabullenmiş, çok erken yaşta evlenerek eşinin boyunduruğu altına girmiş, hatta ondan evliliklerinin başında bir tokat yediğinde dahi bunu kimseye söyleyemeyeceğini, söylese “Kocandır,” diyeceklerini bildiği için sessiz kalmayı seçmiş bir kadındır. Kendini bir birey olarak hiçbir zaman keşfedemediği gibi cinselliğini de özgürce yaşayamamış ve bunu da Selim ile olan ilişkisinde daha iyi fark etmeye başlamıştır. Birey olarak tamamlanamayışını hep bir başka erkek üzerinden tamamlamaya çalışır. Hayata dair gözlemleriyle eşi Bedri’nin ve arkadaşlarının toplum hakkındaki eleştirilerinin kofluğunu fark eder, fakat bunları tanımlayabilecek birikime sahip olmadığı için onların yanında sadece bir dinleyici olarak pasif bir konumda bulunur. Ayrıca, sürekli ülkesinin geri kalmışlığından ve eşinden şikâyet eden Bedri’nin de eşine uyguladığı tahakküm ve sembolik şiddet birlikte düşünüldüğünde, Bedri’nin sürekli eleştirdiği geri kalmış toplumun üyelerinden farklı olmadığı anlaşılır.
Bedri nezdinde yazarın şöyle bir eleştiride bulunduğunu söylemek de mümkün: Bedri, kendini hep aydın olarak gören ve toplumunu az gelişmişlikle suçlayan biriyken eşini de sürekli başka erkeklere yönlendirmeye çalışır. Belki de böyle yaparak kendisinin de ne kadar “açık fikirli” olduğunu kanıtlama amacındadır ancak eşine evliliklerinin başında kıskançlık nedeniyle tokat atması ve Selim ile ilişkisini sezdiğindeki değişimi düşünüldüğünde kendisiyle çeliştiği, aslında eleştirdiği geri kalmış toplumun üyelerinden çok da farklı olmadığını kanıtlar niteliktedir. Belki bu noktada taşralı ve nispeten daha az “aydın” Selim’in Filiz’e birey olarak verdiği değer, onun zihniyetinin Bedri’den daha gelişmiş olduğunu da gösterir.
Toplumsal Eleştiriler
Roman, Bedri ve onun gibi düşünen solcu arkadaşları nezdinde yazarın dönemin sol görüşlü topluluğuna eleştirisini de içerir. Rakı sofralarında memleketten sızlanan fakat rahatsız oldukları şeyleri değiştirebilecek kudrete sahip olmayan “kent soylu” aydınlardır bunlar. Oysa bu noktada romana dahil olan Selim, romanda taşradan gelen ve eylem adamı olan bir tarafta konumlanır. Onun da hırsız diye iftiraya uğraması ve romandaki hazin sonu düşünüldüğünde toplumsal umutsuzluk ortamına yazardan “bir şeylerin değişmesinin mümkün olmadığı” mesajı alınır. Bu noktada Bedri gibi muhakemesizce Batı hayranı olan aydınlara yapılan eleştiri Tanzimat dönemi romanlarında sıkça karşılaştığımız budala Batı hayranlığını ve Doğu ve Batı kültürleri arasında kalarak ikilik yaşayan karakterleri hatırlatır.
Romanda bariz bir iktidar eleştirisi olmasa da sistemin değişmesi gerektiğine dair eleştiriler yerini bulur. Sol kanatta olan Bedri ve arkadaşlarının sol örgütlerin birleşememesiyle ilgili eleştirileri de dönemin ortamına yapılan eleştiriler arasındadır. Roman geneline hâkim bir geri kalmışlık eleştirisi diğer eleştirilerin üzerindedir.
Romanda değişen toplum dinamikleri de yaşlı Rum komşu kadın ve kızı üzerinden verilir. Yoksul ve ihtiyaç sahibi bir durumda olmalarına rağmen mahalleli tarafından dışlanan ve bir anlamda ötekileştirilen bir yerde olmaları ve taşınmalarıyla sonuçlanan hikâyeleri Filiz’i etkilese de o, doğrunun veya haklının haksızın tarafını kestirebilecek farkındalıkta değildir.
Hâkim Mekânlar
Roman, bir ev kadının az gelişmiş evinde geçen hayatını ele alırken, ev Filiz’in konfor alanını temsil eder. Romanda hâkim iki mekân olan ev ve dışarısı/sokak temsil ettikleriyle anlamlıdır. Evde güvende olan Filiz, bu konfor alanını yani her ne kadar mutsuz olsa da yaşamını değiştirme gücünü kendinde göremez. Selim bu anlamda bir aralık kapı gibi görünse de Filiz’in kendi kendine Selim ile bir geleceklerinin olmayacağını bilir. İlişkilerini gizlice yaşamak için sığındıkları evin dahi bir başkasına ait oluşu, Selim’in memleketinde evli ve çocuk sahibi olması, kendisinin de boşanmayacağının ve hayatının bu şekilde sürüp gideceğinin kabullenilmesi onu o eve ve konfor alanına mahkûm kılar.
Dışarısı ise 70’lerin tehlikelerle dolu sokak ortamını temsil eder. Çatışmaların, faili meçhul cinayetlere kurban gitme olasılığının, tıpkı Selim’in başına geldiği gibi sokak ortasında birileri tarafından öldürülebilme ihtimalinin olduğu bir yerdir. Bu huzursuzluk ortamında her ne kadar mutsuz da olsa Filiz için ikinci bir seçenek yok gibidir.
Bir Kadının Penceresinden’in Türk Edebiyatındaki Yeri
Oktay Rifat, Bir Kadının Penceresinden ile şiirdeki ustalığını düzyazıya da taşır. Bu romanla bireyin iç dünyasını başarıyla yansıtarak psikolojik roman türüne de önemli katkılarda bulunmuştur. Filiz’in zihnindeki çatışmalar, bilinç akışı tekniğine yakın bir anlatımla işlenmiştir. Oktay Rifat, şiirlerindeki imgesel anlatımı Bir Kadının Penceresinden’de sürdürerek okuyucuyu karakterin duygu dünyasına çekmeyi başarır.
Filiz’in yaşadığı içsel sorgulamalar ve var olma arayışı, romanı toplumsal cinsiyet bağlamında da değerli kılar. Bugün, kadınların yaşadığı toplumsal baskılar ve kimlik arayışları ve toplumun yaşadığı sorunlar güncelliğini korurken, bu, Bir Kadının Penceresinden’i de zamansız bir metin yapar. Oktay Rifat’ın bu romanı, bireyin iç dünyasını anlamaya yönelik bir kapı aralarken, aynı zamanda toplumsal gerçekleri sorgulamamıza da olanak tanır.
Oktay Rifat, şiirlerinde olduğu gibi romanda da özgün ve etkileyici bir dil kullanır. Bir Kadının Penceresinden, sanatsal bir anlatımla bireyin iç dünyasını yansıtması bakımından klasik anlatı yapısının dışına çıkar. Betimlemeler ve metaforlar, romanın atmosferini güçlendirir ve okuma zevkini artırır.