İncelenecek olan eser Orhan Pamuk tarafından kaleme alınan ve 2016 yılında Yapı Kredi Yayınları tarafından yayımlanmış olan Kırmızı Saçlı Kadın isimli romandır. Eser iki bölüm ve yüz doksan beş sayfadan oluşmaktadır.
Murathan Mungan’ın 1999 yılında yayımlanan Üç Aynalı Kırk Oda isimli kitabında “Açık açık vermesi, en iyi saklama yolu gözü önünde olmandır. Günün birinde yazdıklarımdan bir perde çekeceğim hayatıma. Herkes kâğıt üstüne yazılanları benim hayatım sanacak, ben de hayatımı saklamış olacağım böylelikle. Saklanmanın en iyi yolu fazla görünmektir, biliyor musun? Herkes seni gördüğünü sanır, sen de rahat edersin. Kasada oturan kız gibi! Herkes kasadaki kızı görür ama kimse tanımaz.” şeklinde bir pasaj vardır. Orhan Pamuk’un Kırmızı Saçlı Kadın romanını incelerken göz önünde olanların arkasına sakladıklarına bakmak gerekir. Roman, tema olarak Oedipus ile Firdevsi’nin Şehname’sine atıfla Doğu-Batı çatışmasını işliyor gibi görünse de gerçekte bu ilk bakışta yazar tarafından görülmesi istenilen durumdur. Orhan Pamuk’un Kırmızı Saçlı Kadın romanı, bir büyüme hikâyesi ile birlikte içsel çatışmaların, baba-figürleriyle kurulan ilişkilerin ve bireysel özgürlüğün kazanılması sürecinde karşılaşılan zorlukların karmaşık yapısını ortaya koyar. Cem, babasına ve Mahmut Usta’ya duyduğu hayranlıkla başlayan yolculuğunda kendi kimliğini bulmaya çalışır. Ancak bu yolculuk dış dünyadaki güç mücadelesiyle değil Cem’in içsel dünyasında yaşadığı derin çatışmalarla şekillenir.
Romanda anlatılan zaman 1985-2015 yılları arasındaki dönemi kapsamaktadır. Bununla birlikte, olayların başlangıç noktası 1985 yılı olduğu için Cem ile Gülcihan arasındaki yasak ilişki gibi sosyal içerikli temaların 1980’lerin Türkiye’sindeki sosyal ortama ve anlayışa göre değerlendirilmesi gerekir.
Bazı eleştirmenler, Kırmızı Saçlı Kadın’da Oedipus kompleksi üzerinde durmuşlardır. Oedipus kompleksi, Freud'un psikanalitik teorisinde bulunan 3 ila 6 yaş arasındaki çocukların karşı cinste yer alan ebeveyne karşı romantik duygular beslemesi ve kıskançlık hissetmesi durumudur. Mitolojide ise Oedipus, babasını öldürüp annesiyle evlenmiştir. Romanda her ne kadar Oedipus isimi çokça zikredilse de ve romanın sonunda Cem, mitolojideki gibi, günahları yüzünden kan ve kedere gömülerek ve görme yetisini kaybederek ölse de romanda anlatılan hikâyeyle bu kavram örtüşmemektedir. Oedipus kompleksi, çocuğun bilinç dışında annesiyle cinsel ilişki kurma arzusu ve babasını öldürme isteğini içeren bir çatışmayı ifade eder fakat Cem’in Gülcihan’a duyduğu ilgi tamamen bilinçli bir seçimle, bağımsızlık arayışı ve gizli arzuları keşfetme süreciyle şekillenir ve onun içsel çatışmalarının bir yansıması olarak tezahür eder. Ayrıca Gülcihan Cem’in annesi değil babasının sevgilisidir. Bu nedenle romanın teması, Oedipus kompleksinin belirleyici çatışmalarından daha farklı bir psikolojik yapıya sahiptir. Cem’in bu ilişkisi, gizli arzuların esiri olmaktan çok bilinçli bir seçim yaparak kişisel gücünü bulma yolundaki bireysel mücadeledir. Cem’in içsel yolculuğu, Oedipus’un yaşadığı gibi bir bilinç dışı güç mücadelesi değil tamamen dış dünyadaki otorite figürlerine karşı bir başkaldırı sürecidir. Bu yolculuk, Jung’un anima (erkeklerin içindeki dişil arketip)-animus (kadınların içindeki eril arketip) ve persona (bireyin topluma karşı taktığı maske) kavramlarıyla doğrudan ilişkilidir. Persona, toplumun ona dayattığı güçlü erkek imgesini ve Cem’in dış dünyada kabul görebilmek için yaratmaya çalıştığı kimliği simgeler. Bu persona, Cem’in içsel çatışmalarını daha da derinleştirir çünkü dış dünyada güçlü ve bağımsız bir figür olma çabası Cem’i kendi içindeki zayıf ve gizli duygusal yönlerinden uzaklaştırır. Cem’in gelişim yolculuğunda kırmızı saçlı kadının rolü, anima ile olan karşılaşma, personanın ötesine geçme ve içsel dengeyi kurma arayışı gibi çok katmanlı temalarla örtüşür. Animus, Cem’in içindeki erkeklik arketipini, güçlü ve bağımsız bir figür olma arzusunu temsil eder. Cem, babasının ve Mahmut Usta’nın etkisinden kurtulmak için animusunu kullanarak manipülatif bir yaklaşım sergiler. Anima ile yüzleşmesi, Cem’in bu içsel gücü daha sağlıklı bir şekilde kullanması ve duygusal dengesini bulması için gereklidir fakat Cem, kırmızı saçlı kadınla olan ilişkisinde anima ile yüzleşmeye çalışırken güçlü olma arzusuyla bu karşılaşmayı güç kazanma ve kendi kimliğini doğrulama çabasıyla şekillendirir. Cem, animayı gizli duygusal yönlerini ortaya çıkarmaktan çok kendi bağımsızlık ve güç mücadelesini simgeleyen bir figür olarak kullanır.
Cem’in içsel yolculuğu ve anima-animus çatışması, kuyu motifiyle derinlemesine bağlantılıdır. Kuyu, bilinç dışının derinliklerine inme ve gizli potansiyellerin keşfi anlamına gelir. Cem, Mahmut Usta’yı kuyunun dibinde bırakırken bir anlamda baba figürlerinden ve toplumun baskılarından kurtulma çabası içindedir. Kuyu, aynı zamanda ana rahmi gibi yeniden doğuş ve yaratıcı güçlerin simgesidir. Cem’in Mahmut Usta’yı kuyuda bırakması, içsel bir yeniden doğuş sürecinin başlangıcını işaret eder ancak bu süreç romanda her zaman sağlıklı bir dönüşümle sonuçlanmaz. Cem’in kuyuda geçirdiği zaman bir yer altına inme ve gizli yönlerle yüzleşme süreci olarak da yorumlanabilir. Kuyu, Cem’in gizli korkuları ve kimlik çatışmalarını keşfetmesi için bir araçtır. Nitekim mitolojide Hades, yeraltı dünyasının tanrısı olarak ölüm ve bilinç dışı ile ilişkilidir. Yeraltına gönderilen figürler fiziksel olarak güçten yoksun olsalar da genellikle derin bir bilgelik ve duygusal olarak gizlenmiş bir güç taşırlar. Hades, bir anlamda, gizli ve karanlık güçlerin sembolüdür. Cem’in Mahmut Usta’yı kuyunun dibinde bırakması ve kuyu üzerinden yaptığı yolculuk, Hades’in yer altına gönderilmesi gibi bir anlamda bilinç dışına ve gizli bilgilere ulaşma çabasıdır. Yer altı ve gizli güçler arasındaki ilişki Cem’in içsel yolculuğunda önemli bir rol oynar. Hades gibi Cem de içsel bir güç arayışındadır ve bu arayışta gizli bilgilere ulaşmaya çalışırken dışarıdan görünmeyen ancak bilinç dışının etkisiyle şekillenen bir yolculuk yapmaktadır. Hades aynı zamanda bir baba figürünün yerini alan ölümler ve yeniden doğuşlarla şekillenen bir gücün simgesidir. Bu da Cem’in baba figürlerinden kurtulma ve kendi kimliğini inşa etme çabalarıyla paralellik gösterir.
Baba figürü romandaki önemli izleklerden biridir ve romanın eklektik yapısına uygun bir şekilde çok katmanlı olarak kurgulanmıştır. Romanın genelindeki karakter yapılanmasında olduğu gibi baba figürü de Yunan mitoslarındaki öykülerle benzerlik göstermektedir. Uranüs (Gökyüzü Tanrısı) Yunan mitolojisinin ilk evrelerinde, Gaia (Toprak Ana) ile evlenir ve birçok çocukları olur. Bu çocuklar arasında Kronos’un da dahil olduğu Titanlar yer alır. Ancak Uranüs, çocuklarını sevmez ve onları yeraltına (Tartarus) hapseder. Gaia, buna öfkelenir ve Kronos’u kışkırtarak Uranüs’ü devirmesini ister. Uranüs, gücü elinde tutan, baskıcı ve uzak bir figürdür. Romanda, Cem’in babası da benzer şekilde otoriter, uzak ve baskıcı bir karakter olarak tasvir edilir. Cem'in babası, onun hayatında büyük bir gölge bırakır ve Cem, babasının bilinçaltında yarattığı baskılarından kurtulmaya çalışırken babasıyla bir yüzleşme yaşar. Uranüs’ün, çocuklarını sevmeden onları hapseden karakteri, Cem’in babasının da Cem’in özgürlüğünü ve kimliğini baskılaması ile örtüşür. Kronos, annesinin isteği üzerine babası Uranüs'ü hadım ederek devirir. Bu eylem, Uranüs'ün gücünü sona erdirir ve Kronos, gökyüzünü ele geçirir. Titanlar, Kronos’un yönetimi altında dünyayı yönetir. Ancak Kronos, babası gibi kendisinin de bir gün öz çocukları tarafından devrilmesi korkusunu taşır çünkü bir kehanet Kronos’un da kendi çocukları tarafından devrileceğini söyler. Bu yüzden, çocuklarını doğar doğmaz yutar. Bu, Kronos’un güç korkusu ve kaybetme endişesiyle karakterizedir. Romanda Cem, babasının yokluğunun yarattığı baskısı altında büyür ve kendi kimliğini bulma yolunda büyük bir içsel çatışma yaşar. Kronos’un çocuklarını yutma metaforu, Cem’in kendi kimliği ve özgürlüğüyle ilgili içsel çatışmalarıyla ilişkilidir. Cem, babasının etkisinden kurtulmaya çalışırken tıpkı Kronos’un çocuklarından korkarak onları yemesi gibi bir tür güç kaybı ve tehdit hisseder. Bu yüzden babasının otoritesini kırmak ve kendi yolunu bulmak için mücadele eder. Zeus (Işık ve Gök Tanrısı) Kronos'un yuttuğu çocuklardan birisidir. Ancak Rhea, Zeus'u gizlice doğurur ve Kronos’a yutturmak yerine bir taşı yutturur. Zeus büyüdükten sonra Kronos’a karşı savaş başlatır ve Kronos’u devirir. Zeus’un yönetiminde, Olimpiyat tanrılarının egemenliği başlar. Romanda Enver karakteri bir anlamda Zeus’un rolünü üstlenir çünkü Cem'in içsel devrimi ve babasıyla yüzleşmesi sonucunda özgürlüğünü kazandığı ve kendi kimliğini bulmaya başladığı dönemde devreye girer. Enver ile Cem arasındaki ilişki tıpkı Zeus’un Kronos’a karşı zaferi gibi bir kuşak çatışmasını ve güç değişimini içerir. Zeus’un babasına karşı verdiği savaşı kazandıktan sonra Olympos’a hükmetmesiyle Cem’in Enver’in elinden ölerek tamamen özgürlüğe ve huzura kavuşması simgesel olarak benzerdir.
Enver, Arapça kökenli bir isim olup "çok aydınlık, ışıklı, parlak" anlamlarını taşır. Köken olarak "en nur" anlamına gelen kelimelerin birleşiminden gelir. Bu noktada yazarın Enver ismini tesadüfen belirlemediğini söylemek mümkündür çünkü Zeus da ışık tanrısıdır. Enver’in Cem’in babası olduğunu öğrenmesinden Cem’in öldüğü ana kadar geçen süreçte yaşadıkları bir açıdan Zeus ve Kronos arasındaki mücadeleyle benzerlik göstermektedir. Nietzsche, Böyle Buyurdu Zerdüşt isimli eserinde “Babanın gizlediği şey, oğlunda açığa çıkar. Çok defa oğul, babanın açığa çıkmış sırrıdır.” şeklinde bir ifade kullanır. Nietzsche’nin baba-oğul ilişkisi anlayışı, Cem’in hem öz babasına hem de Mahmut Usta’ya karşı sergilediği tavırlarda önemli bir yer tutar. Nietzsche’ye göre oğulun, baba figürüne karşı bir özgürleşme mücadelesi vermesi gerekir. Cem de toplumun dayattığı güçlü erkek imgesine ve baba figürüne karşı başkaldırarak kendi kimliğini yaratmaya çalışır. Ancak bu başkaldırı ona gerçek bir içsel huzur değil karmaşık bir içsel çatışma getirir. Cem’in, babasına ve ustasına ihanet ederek sergilediği tavırlar, Nietzsche’nin özgürleşme fikriyle uyumlu bir şekilde baba-otoriteye karşı isyanı temsil eder. Nietzsche'nin "Baba, oğulun ilk düşmanıdır." şeklindeki ifadesi tam anlamıyla Cem ve Mahmut Usta arasındaki ilişkiye benzer. Mahmut Usta, Cem'in hayatında bir tür öğretici, bir otorite figürü olarak yer alırken Cem'in babasının gölgesinden kurtulma ve kendi kimliğini inşa etme arayışı, Nietzsche’nin düşündüğü şekilde babadan ve onun değerlerinden bağımsızlaşma sürecine işaret eder. Mahmut Usta’yı kuyunun dibinde bırakmak, Cem’in baba figürüne karşı çıkma, onun öğretilerine ve otoritesine karşı bir tür başkaldırı olarak da değerlendirilebilir.
Kırmızı saçlı kadın olarak tasvir edilen Gülcihan, Yunan mitolojisindeki Gaia (Toprak Ana)’dan esinlenilmiştir. Gaia, Dünya'nın kişileştirilmiş halidir ve partenogenetik (döllenmesiz üreme) olarak tüm canlıların atalarının annesidir. Uranüs'ün (Gök) annesidir ve cinsel birleşmesinden Titanları, Kiklopları ve Devleri doğurmuştur. Ayrıca Pontus'un (Deniz) annesidir ve birleşmesinden ilkel deniz tanrılarını doğurmuştur. Romanda Gülcihan ile Cem’in babası, Cem ve Enver arasında tıpkı Gaia’nınki gibi bir ilişki söz konusudur. Ayrıca Gülcihan kocası öldükten sonra Levirat evlilik yapmıştır. Bu tür evlenme biçimi ülkemizde özellikle Doğu ve Güneydoğu Anadolu Bölgesi'nde görülür ve ağabeyin ölmesi üzerine erkek kardeşinin yengesi ile evlenmesiyle yapılır. Gülcihan’ın dahil olduğu sosyal grup, sosyo-kültürel açıdan toplumun geneline nazaran daha üst bir katmanda yer almaktadır. Ancak Gülcihan açısından yaptığı evlilik göz önüne alındığında toplumun diğer tabakalarıyla da örf ve âdet bakımından bir birliktelik ve uyum söz konusudur. Bu açıdan değerlendirildiğinde Gülcihan ismi “Dünya’nın en güzel gülü” anlamıyla gezegen olarak Dünya’yı yani Gaia’yı sembolize etmektedir.
Orhan Pamuk’un bazı eserlerinde olduğu gibi kırmızı renk bu romanda da önemli bir sembol olarak kullanılmıştır. Kırmızı renk; aşırılıkların, tutkulu aşkın, baştan çıkarmanın, şiddetin, tehlikenin, öfkenin ve maceranın rengidir. Tarih öncesi dönemde kırmızı ateşin (enerji) ve kanın (yaşam kaynağı) rengi olarak kabul edilmiştir. Aynı zamanda kırmızı büyülü ve dini anlama sahip bir renktir. Örneğin Eski Mısır’da çölün ve kötü kimliğine bürünen yıkıcı tanrı Seth’in rengi kırmızıdır. Kırmızı, durmanın uluslararası rengidir çünkü dikkat çeker. Bu nedenle itfaiye araçlarında, trafik lambalarında ve dur işaretlerinde dikkati tetiklemek için kullanılır. Orhan Pamuk, romanın adının ve kadın karakterin saç renginin kırmızı olmasını tercih ederek, kırmızı renginin taşıdığı anlamları oldukça bilinçli bir şekilde kullanmıştır. Kırmızı saçlı kadın, Cem’in içsel yolculuğundaki aşırılıkları, gizemi ve karanlık çekim gücünü simgeler. Kırmızı, aynı zamanda kutsal ve yıkıcı bir yön taşır. Kıyafetlerinde ve karakterinde kırmızı bulunan bir kadın figürü, hem çekici hem de tehlikeli bir varlık olarak Cem’i cezbetmektedir. Kırmızı, aynı zamanda bozkır gibi geniş, sonsuz ve kurak bir mekânla da uyumlu bir renktir. Cem’in içsel yolculuğu, bozkırın yalnızlığında ve kuyunun karanlık derinliklerinde başlar. Kırmızı, bu çelişkili yolculukla uyumlu bir şekilde hem karakterin hem de mekânın duygusal ve psikolojik anlamını pekiştirir. Bozkır, Cem’in yalnızlık ve içsel mücadele temasını simgelerken; kırmızı bu yolculuğun tehlikelerle, tutkularla ve bağımsızlık arayışıyla dolu olduğunu gösterir. Kuyu, Cem’in içsel derinliklerine inme ve gizli bilgilere ulaşma yolculuğunu simgeler ancak bu yolculuk kırmızı saçlı kadının baş döndürücü çekimiyle şekillenir ve sonunda Cem’in hayatına mâl olur. Cem, kelime anlamı olarak cemaatin toplanmasının yanında Farsçada “şarap kralı” anlamına gelir ve bu Dionysos ile bağlantı kurulabilecek bir unsurdur. Dionysos, Yunan mitolojisinde şarap, eğlence, çılgınlık ve hayatın neşesini simgeleyen bir tanrıdır. Aynı zamanda şarap üreticisi olarak da bilinir. Dolayısıyla şarap kralı ifadesi doğrudan Dionysos ile örtüşen bir anlam taşır. Ayrıca birçok farklı rengi olmasına karşın kırmızı renk şarapla özdeşleşmiştir. Cem Mahmut Usta’yı bırakıp kaçtıktan sonra etrafına insanları toplamaya başlar ve Dionysos’un yaşam tarzına benzer bir hayat yaşar. Ancak kuyunun dibindeki Hades’in laneti kırmızı bir şarap lekesi gibi ömrünün sonuna dek üzerine yapışır.
Sonuç olarak romanda anlatılan hikâye kuşaklar arası mücadele, gücün devri ve aile içi ihanet temalarını işler. Uranüs’ün Kronos’a devrolunan yönetimi, Kronos’un Zeus tarafından devrilmesiyle devam eder. Zeus’un zaferiyle yeni bir tanrılar düzeni kurulur. Bu örnek, insanlık tarihi boyunca süre gelen büyük güç değişimlerinin kısa bir özetidir. Romanda Uranüs, Kronos, Zeus figürlerini; Cem’in babası, Cem ve oğlu Enver karakterleriyle ilişkilendirmek romanın mitolojik katmanlarını ve kuşaklar arası çatışmayı anlamak açısından farklı bir bakış açısı sunar. Bu yorumlama özellikle güç, aile içi ilişkiler ve baba-oğul dinamikleri üzerinden yapılabilir. Mitolojik bağlantılar ise güç, özgürlük ve kimlik arayışı gibi temaları belirginleştirir. Uranüs, Cem’in babası gibi otoriter bir figür ve baskıcı güç, Kronos ise Cem’in içsel çatışmalarını ve özgürlüğünü kazanma mücadelesini simgeler. Zeus, Enver olarak, Cem’in özgürlüğünü bulması ve kendi yolunu seçmesi sürecindeki bir tür yeniden doğuşu temsil eder çünkü ölüm dahi olsa her son aynı zamanda bir başlangıçtır.
Orhan Pamuk’un Kırmızı Saçlı Kadın romanı, yayımlandığı dönemde bazı çevrelerce oldukça eleştirildi. Bu eleştirilerin birkaç farklı nedeni vardır ve romanın içeriği, tarzı ve tematik yapısı üzerinden çeşitli görüşler ortaya çıkmıştır. Bu eleştirileri; mitolojik ve tarihsel bağlantıların ağırlığı, cinsellik ve ilişkiler üzerine tartışmalar, modern ve geleneksel temalar arasında denge sorunu, duygusal ve psikolojik derinlikten yoksunluk ve yazarın geleneksel tarzının beklenmesi olmak üzere beş başlık altında toplamak mümkündür. Bazı okuyucular ve eleştirmenler Pamuk’un önceki eserlerinin edebi zenginliğini ve derinliğini bu romanda bulamayarak hayal kırıklığına uğrarken; bazı okurlar ve eleştirmenler tarafından da düşünsel açıdan zengin ve derinlemesine işlenmiş olarak takdir edilmiştir. Benim şahsi görüşüm ise yukarıda açıkladığım hususlara dayanarak romanın klasik Orhan Pamuk üslubunun tüm araçlarını içerdiği ancak alışık olunan detaylı açıklamalar yerine yoğun sembol kullanımı ile roman türünden uzun hikâye türüne geçiş yapma denemesi olarak farklı bir okur kitlesinin hedeflendiği yönündedir. Orhan Pamuk belki de bu eseri ile “Roman yerine hikâye yazarsam okurun tepkisi ne olur?” sorusuna yanıt aramıştır.
Kayıtta bahsedilen intihal ve anlatıcı konularına da kısaca değinmek isterim. Merve Hanım’ın da belirttiği gibi edebi eserlerde intihal söz konusu değildir. İntihal yerine “metinlerarasılık” kavramı kullanılır. Kabaca “aşırma” olarak da tarif edilir. Bazen alıntı yapılan eser sahibinin ismi verilir ancak eser sahibi ve eserleri halka mâl olmamış ya da sanat katına ulaşmamışsa verilmediği durumlarla da karşılaşılır. Geleneksel ve modern edebiyatta hoş karşılanmayan bu durum, postmodern edebiyat için oldukça sıradandır.
Eserdeki anlatıcı ile ilgili olarak; her yazar dünyaya kendi kozmosundan bakar ve eserini kurgularken yarattığı dünyanın gerçek dünyada var olabilmesi ve anlaşılabilmesi için bazı izlekler kullanır. Bu izleklerden bir tanesi anlatıcıdır. Epik türde (roman, hikâye, drama, vb.) yazar anlatıcıyı tanrısal, kişisel ve yansız olmak üzere üç konumda kullanır. Tanrısal konum genellikle yazarın kendisini gizlediği konumdur ve anlatılan olay örgüsü ile zaman da dahil olmak üzere en ince ayrıntıya kadar her şeyi görür ve bilir. Ancak yazar bazen tanrısal konumunu sıradan bir figürün arkasına saklar ve olay örgüsünü kişisel ya da yansız bir konumdan aktarır. İncelediğimiz romanda da bu durum söz konusudur. Yazar olayları Gülcihan karakteri üzerinden aktarmıştır. Gülcihan; Cem’in babasıyla, Cem’in kendisiyle, Enver ve Mahmut Usta ile birebir ilişkide olan bütün olay örgüsüne ve zamana hâkim tek karakterdir. Yani yazarın kendisidir fakat yukarıda da belirttiğim gibi Orhan Pamuk anlatımı Cem ve Enver üzerinden yaparak kendini gizlemiştir.